Çarşamba, Kasım 23, 2005

Sıradan Bir Gece Masalı

Odamda yalnız başıma, uğuldayan bir mağaranın korkunç sessizliğini dinlercesine rahatsız oluyorum.

Duvarlar birbirleriyle konuşurken alabildiğine mutlu fotoğrafın çekiyor dikkatimi. Ay kadar beyaz yüzünü gösteren, bir kahverengi çerçevenin sınırlarını çizdiği, siyah beyaz bir fotoğrafın bu. Bir bebeğin gözleriyle bakıyorsun bana, uykudan uyanmış gibi kısık, yorucu bir gece geçirmiş gibi şiş. İşlevselliği hiç düşünülmeden sadece estetik kaygılarla yerleştirilmiş sanatsal yüzündeki her parça.

Gözlerini korumuyor kirpiklerin ve kaşların. Sadece mükemmeli oluşturmak için gelmişler bir araya. Elmacık kemiklerinin üzerinde toplanan narin yüz kasların, ince ve fotoğrafta cansız bir griyle amatörce taklit edilen dudaklarının köşelerini yukarıya çekmiş. Çenenin pürüzsüzlüğüne delicesine, en az benim kadar bağlı olan alt dudağın biraz aşağıya kaymış, sadece bu gülümsemeye dişlerini de ortak ederek sanatsal hazzı had safhaya ulaştırmak için. Kulağının yan tarafına gelmiş sağ elin. Kazağın, parmaklarının ikinci boğumuna kadar kıskanmış kolunu, kapatmış korur, kollar ve onunla sevişir gibi.

"Zamanın eğri çarkından kurtulmak ve yine aynı zamanın oluşturduğu inanılmaz boşlukta özgürce seyahat etmek mümkün olsaydı" diyorum “giderdim o ana, tekrar görebilmek için hazin gerçeği".

Fotoğrafına bakmaya devam ediyorum, cıva gibi ağırlaşan ve beni yatağıma mıhlayan akşamın çöküşünde. Yüzünü sadece yazdığı kitabın tanıtımında gördüğüm bir adam çıkıyor kitaplığımdaki aralıktan "...tek kurtuluş var, o da ölüm. Ölümü düşünen biri için ölmek değil, düşünüp de bunu yapamamaktır en büyük acı." diye fısıldıyor kulağıma. Hiç bir düşünce dindirmiyor yası, hiç biri yok edemiyor fiziki olarak değil ama fiilen ölenlerin ızdırabını...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder