Salı, Kasım 08, 2005

otobüste yazalım mı bazen de

Otobüsteyim. Yazmak zor biraz ama beklemek de zor, yazmak istiyorum feci. Duyguyu analiz etmek zor olsa da, bu istek geldi mi durdurulmamalı. Daha önce de geldi başıma, gene otobüste, kağıt kalem yokken yanımda, bu defa yeşil, küçük bir defter ve gene O’ndan aldığım kalemlerden biri…

Düşünüyorum, kulağımda güzel sesler… İzmir’e dönmek güzel bir duygu, yenilenmiş bir potansiyel oluşturuyor uzaklaşmak. Sahip olmaya az kalmışken ama tüketmeye de başlamamışken çok şey güzel zaten. Bu arada kulağımdaki sesleri sıraya koymalıymışım, ruh halimi fazlaca dalgalandırıyor; ‘adam’, ardından ‘rus kozmonotları’, olacak iş değil!

Uzun zamandır hissetmediğim bir duygu var içimde, adını koymamı bile zorlaştırıyor işte geçen zaman. Zaten ‘space-dye-vest’ çalıyor, belki de gitmiştir o duygu, bilemedim. Durdum, şarkıyı dinliyorum.



Köyceğiz’deyiz, bu kaçıncı mola ya yeter artık ama. Saat 14:25, pazartesi. Şarkı bitmedi daha derken bitti. Otobüsün plakasını merak ettim iyi mi, inip bakmaya üşenirim be manyak mısın. 6. Cadde’yi geçen yaz bulmuştum öyle demolarını filan, sevmiştim sonra albümünü bulmuştum. Adamlar İzmirliymiş bilmiyordum, hatta ev arkadaşımın şuan Amerika’da olan eski ev arkadaşının erkek arkadaşı Emre, bizim eve çok gelip gitmiş filan. Ne önemi var di mi, olsun ben kendi kendime mutlu oluyorum, kulağımda 6. Cadde =) Zaten eski ev arkadaşı da değil yani tam olarak, Amerika’dan dönünce ‘biz’de kalacak o da, tek sorun ben kalamayacağım belki ‘onlar’da.

Köyceğiz hakkaten bir köyceğiz, resmiyette ilçe olsa da. Şirindir ama böyle Köyceğiz Gölü filan… Otobüs terminaline giden yol alttan geçiyor böyle, bilmem anlatabildim mi, köprü gibi diğer üstteki yol, oldu mu, neyse işte, ay zaten bunları anlatmama gerek var mıydı emin değilim, köprünün altında yolun kenarları duvar böyle, bir sürü yazı var, ‘unforgiven’ yazıyor birinde, ortaokulu anımsattı, şarkı yoluyla tabi.

Kulaklıkları çıkartsam Candan Erçetin duyacağım, bunu nerden mi biliyorum, ehehe, çıkartmadan da duyuyorum =)

Yoruldum. Muğla’ya kadar yazmayacağım. Ama Remo Han var Köyceğiz’i biraz geçince, yoksa hala Köyceğiz mi burası, her neyse, atlar filan, çiftlik gibi burası baya, ben atları çok severim.

Muğla’ya bir 20 dakika var daha. ‘i’ ve got to see you again’ çalıyordu, belirtmeden edemedim. İsterim gerçekten, en yakın zamanda.

Liseyi burada okudum ben. O sırada Dalaman’ da oturuyorduk, bu terminal o zamanları hatırlatıyor bana, şimdi İzmir-Fethiye. Muğla gitmek istediğiniz her yerin yürüme mesafesinde olduğu, ilçelerinin gelişmişliği altında ezilmiş, şirin bir şehir. Ve ‘sing’, çok güzel oldu bu şarkı ya, o zamanlar beraber dinlerdik hep, başka birini hatırlatması imkansız bu şarkının, radyoda çalsa birbirimizi arardık filan. Özledim. Lise Muğla’nın hemen girişinde, Pembe Köşk! Yok ama İzmir’e gidiş tarafında. Görkemli bir binadır, yani Muğla şartlarında. Hatta tabuda ‘görkemli’ kelimesi var ya, eski kelimeler ama, aklıma Pembe Köşk gelir hep, her neyse. Liseden bahsetmişken, bölümdeki tek lise arkadaşıma selamlar ;)

Muğla’dan çıktık, Pembe Köşk’ e baktım son bir kez, yatakhanemin penceresine özellikle, nedense. Daha 3 saat var. ‘silent all these years’dan sonra kalan zamanı kim bilebilir, 1 gün 3 haftadan hesapla. Tori Amos da Radikal’in hediyesidir bana, hatırlayan vardır belki takip edenlerden, bir cumartesi ekinde anlatmıştı baya. Ay yazmak çok zorlaştı, yollar mı bozuk acaba. Devam ederim sonra.



Az kaldı artık. Otobüsler özlemler için geçiş bölgesi gibi. İzmir’i ve İzmir’dekileri özlemeyi bırakıp, ailemi ve evimi özlemek vakti yaklaşıyor. Şuan her ikisi de mevcut bünyede, hem İzmir’e olan dinmedi, hem de bıraktıklarımın özlemi başladı bile.

Ama düşünmek için güzel işte bu yönüyle, çevresel etkenlerden daha bağımsız gibi nedense. Düşünüyorum da, ne garip aslında içinde bulunduğum hareketlilik hali. Günün sabahında annemin hazırladığı kahvaltının sesiyle uyanıyorum-kahvaltının sesi olur bilirsiniz, diğer öğünlerden farklıdır-akşamına yarına info ödevi yetiştirme çabasında olacağım odamda. ‘nerde akşam, orda sabah’ dedi otobüste çalan şarkı, komik oldu =) Her neyse, otobanda yazmak daha kolay olsa da, o kadar da kolay değil, “otobanda yazmak” ne ya. Hem akşam oldu, ışık da yetersiz, 18:05 saatler. Bu arada yazmadığım sürece ‘taxi’ diye bir film izledik otobüsçe, etrafımdakilerle işteş fiiller kullanabilme süremi doldurmak üzereyim nihayet. Özledim ya, altı üstü 5 gün oldu ama özledim İzmir’i, İzmir’deki hayatımı işte. İyi ki dönüyorum, neredeyse döndüm.

4 yorum:

  1. Otobüsler değil de terminaller hep en yoğun duyguların yaşandığı yerler benim için. Neden öyle bilmiyorum, yol boyunca uyuyorum hep ondan galiba. Terminalde ordan oraya koşuşturan insanlar da, terminal de çalan şarkı da farklı olur hep ötekilerden. "Space dye vest"'i de bir terminalde sevmiştim ben böyle.

    Yolculuklarda özlem duymam ben hiç, ne geride kalanların özlemi olur, ne gittiğim yerdekilere içimde özlem birikmiş olur, neden öyle denk geliyo bilemedim şimdi. Ama yolculuğu bitmek üzere olanları özlemişimdir hep, özlerim.

    İyi ki dönüyosun, neredeyse döndün, hah.

    YanıtlaSil
  2. Gitgide aptallasmak ve korku. Hayat. Gol. Ankara atti. 2-1.

    YanıtlaSil
  3. İyi olmasından ümidi kesince korku da yok zaten. Hayatımtırak. Maç yok.

    YanıtlaSil