Salı, Kasım 22, 2005

siyah

Siyaha boyanmış o gün. Çıldırmış olmalı biraz da, bilinmez. Kırk yılda bir başa gelir zaten, geldi mi de ürpertir, buz gibi. Sırılsıklamdır aslında, farketmez. Düşünmüyo da değildir, ama öyle böyledir işte, kısmetsizlik.

Atkısı boynunda mı baktı bi, rüzgar hoşuna mı gitti o an ne. Sıradan bi hareketlilik etrafta, başını hafif öne eğip, başladı yürümeye. Ayağının altından kayıp gidiyodu be sanki yol, sımsıcak. Değildi, yanılıyodu, olup bitene aldanıyodu ha bire. Aslında o değildi, hele o, hiç değildi. Sıkıldı birden. Geri döndü. Atkısı kalktığı bankın üzerinde duruyodu, ya gene mi, hep kendini kandırıyodu. Gitti, yanına oturdu.

Uzundu saçları, siyahtı, simsiyah. Üzerinde incecik bi gömlek wardı yeşil, çorapları çizgiliydi. Kendi kendine sarılmış yürüyodu, elinde bi kağıt, sıkıca tutmuş. Saçları rüzgara direnmezken ne güzeldi, elleri saçlarına dokunurken.. Önüne bakarak yürürken, tam yanına gelince durdu, ona baktı. Geldi, yanına oturdu.

Bi an bile düşünmedi, atkıyı alıp boynuna doladı. Ama elinde tutuyodu hala kağıdı sımsıkı, önüne bakıyodu hala, sessiz.

Gidiyodu işte. Bi kaç cümle daha, bi kağıt parçası ve biraz daha paylaşabilmek hüznü yanyana, o kadar. Kağıdı bıraktı oturduğu yere, gitti.

Rüzgar acıtıyodu artık. Atkısına baktı yanında mı diye. Kağıdı katlayıp koydu cebine, okumak değil, yazısını görmek bile zordu. Soğuktu, çok. Gittiği tarafa baktı, yoktu. Daha da soğudu. Artık o da yoktu, kendini bıraktı olduğu yere, gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder